Özge Kırdar: “iyiki”lerimin başında ailem gelir
Bu kadar başarı senaryosunda başrol oynadınız. Birçok insanın idolü oldunuz ve hatta önünü açtınız. Sevgili Özge Kırdar bize kendini nasıl tanıtır?
İnsanın kendini
tanımlaması zordur derler ama ben kendimle baş başa kaldığımda ya da aynaya
bakıp kendimle yüz yüze geldiğimde dürüst olmaktan yanayım. Bu dürüstlükte bana
sanırım kendimi doğru bir şekilde ifade etme şansı tanıyor. Benim açımdan Özge
Kırdar, çok çalışkan, hırsları olan ama hırsına yenilmeyen, duygusal ama işine
bu duygusallığı yansıtmayan, gelişime ve yeni şeyler denemeye açık, hayata ve
voleybola tutkulu, gezmeyi ve yeni kültürler keşfetmeyi çok seven biri.
Ben yolun
başına gitmek istiyorum. Kütahya’da başlayan bu serüvende, arkanızı dönüp
baktığınızda sizi bu spora iten kimleri anmak istersiniz? Bize
“iyiki”lerinizden bahseder misiniz?
Bu spora beni
iten öncelikle fiziksel özelliğim oldu. Kütahya’da 11 yaşında ortaokul
öğrencisiyken, voleybol takımı için uzun boylu kızlar aranıyordu. İkizim Gözde
ve ben yaşıtlarımıza göre fiziksel açıdan bu noktada avantajlıydık. Ben ve
Gözde’yi seçtiler ve bunu babamıza söyleyince, kendisi gerçekten büyük bir
destek vererek bize devam yolunu açtı diyebilirim. Ondan dolayı yalnızca bu
konuya özel değil ama hayatıma dair hemen hemen her nokta da “iyiki”lerimin
başında ailem gelir. Ayrıca Kütahya’da iki sene oynadığımız okul ve kulüp
takımı sonrası gerçekleşen Güneş Sigorta transferimize, babam ve annemin
desteğini alarak gelmemiz, Gözde ve benim bu sporda başarıyla ilerlemesinde
büyük bir etken oldu.
Kütahya’da
bu spora başlamanın avantajları ve dezavantajları nelerdi?
Esasında her
spor branşı ve her sporcu için bunu söylemek isterim, insan avantaj ve
dezavantajlarını kendi yaratıyor diye düşünüyorum. İyi bir sporcu olmak için
büyükşehirlerin merkezinde bulunan bir kulüpte oynamanız ya da burada yaşamanız
gereken bir unsur gibi görmüyorum. Bence, benim en büyük avantajım Kütahya’da
bu spora başlamam oldu. Kendimi burada daha iyi ifade edebildim, İstanbul’a
transfer olana kadar gelişmekte olan bir sporcunun kişisel olarak neler
yapabileceğini, neleri hedefleyebileceğini düşündüm. Açıkçası İstanbul’a gelene
kadar kendimi hazırlayacak bir zaman yarattım kendime. Zaten siz
yetenekliyseniz ve başarılıysanız, bunun yanında da çalışarak sürekli gelişime
açıksanız avantajlar sizi gelip bulur düşüncesindeyim. Sonuç olarak voleybolda
da diğer sporlar gibi başarılılar elbette saha da olmaları gereken yerde
olurlar. Bulunduğunuz konumun buna artı ya da eksi etkisi olduğunu düşünen biri
değilim. Kütahya’yı da bu arada hala çok seviyorum. Orada büyümek bir keyifti.
Kariyerinizin
dönüm noktası olarak hangi yılı söylersiniz?
2011 ve 2012
yıllarını ayrı bir parantezde değerlendirebilirim. Hem milli takım hem de kulüp
düzeyinde büyük başarılar elde eden bir ekipleydim. Milli Takımımızla birlikte
Avrupa Şampiyonası 3.lüğü, Avrupa Ligi 2.liği ve Olimpiyat Oyunları’na katılım,
2011 yılında Vakıfbank ile yaşadığım CEV Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu
ve o yıl organizasyonun en iyi pasörü seçilmem, kariyerim açısında iki önemli
yıldı.
Vakıfbank
Güneş Sigorta’ya transfer olduğunuzda neler hissettiniz? İlk günü hatırlıyor
musunuz mesela?
Hatırlamaz olur
muyum? 1999 yılı ve Ağustos ayıydı. Annem ve babamla birlikte salona gitmiştik.
Çok heyecanlıydım, Gözde’de çok heyecanlıydı. Bizim için çok farklı bir
ortamdı. Alımış olduğunuz soyunma odasından farklı bir yer. İçerisi büyük,
birkaç soyunma odası, fitness alanları çok alışık olmadığımız bir ortamdı.
Gözüm ilk başta korkmadı değil ama kafaca kendimizi hazırlamıştık. Sonra içimden
tamamdır artık hazırım dediğimi hatırlıyorum. İçeriye girmemiz ile beraber,
özel ve her zaman gurur duyacağımız günlerinde başlangıcı oldu diyebilirim.
2000
yılından itibaren milli takımda görev alıyorsunuz. Milli takımla ilgili duygu
ve düşünceleriniz nelerdir?
Uzun yıllar
milli forma giymenin gururunu yaşadım. Büyük başarılar elde ettim. Ülkemize
büyük mutluluklar yaşatan bir grubun içinde olduğum için çok sevindim. Milli
takım forması giymek büyük bir ayrıcalık. Kulüp takımı ile oynarken arkanızda
bir kitle var, bu kitleyi mutlu etmek için çalışıyorsunuz ama milli formayı
giyerken arkanızda koca bir ulus var. Büyük bir sorumluluk, üzerinize milli
formayı giydiğinizde kolay kolay anlatılamayan hisler içinizi kaplıyor.
2010-11
sezonunda CEV Şampiyonlar Ligi’nde şampiyonanın “en iyi pasörü” seçildiniz. Bu
başarıları, bu azmi ve istikrarı neye borçlusunuz?
Öncelikle bu
başarı kişisel değil. Bunun bir takım çalışması olduğuna inanıyorum. Oynadığım
takım arkadaşlarım, verdiğim pasları iyi değerlendirme yapmasalar, sizin
verdiğiniz pasın bir anlamı kalmıyor. Ondan dolayı bu başarıları en çok
çalıştığım teknik ekiplere ve takım arkadaşlarıma borçluyum. Kişisel olarak ise
çalışkanlığıma. Ben hiçbir zaman tamam diyen biri değilim, her zaman daha
iyisini yapmak için daha çok çalışmaya çalışıyorum. Kariyerime ilk başladığım
günde bu böyleydi, kariyerimde son maçıma çıkacağım günde aynısı olacak.
2012 yılında
ilk kez olimpiyat oyunlarına gitmeyi hak eden takımda yer alırken takımda işler
nasıl gidiyordu? Böyle bir işin parçası olmak sizin kariyerinizi nasıl
etkiledi?
Bu benim
kariyerim için en yüksek nokta diyebilirim. Olimpiyat Oyunları, 4 yılda bir
organize edilen dünyanın en büyük spor oyunları. Düşünsenize, küçük bir kızken
yüzmeden, atletizme, halterden, jimnastiğe kadar birçok branş yarışmalarını
televizyon izlerken hayal ettiğiniz organizasyonun içindesiniz. Olimpiyat
köyünde, dünyanın en ünlü sporcuları ile karşı karşıya geliyorsunuz. Ben çok
şanslıyım ki, ülkemizin belki de bugüne kadar ki voleybol açısından en güzel
takımı ile beraber orada olma fırsatını buldum. Böyle bir işin parçası olmak
kariyerim açısından çok kişisel açıdan da beni çok geliştirdi. Olimpiyat ruhunu
çok daha iyi anladım, sporda kültür farklılıkları olmadığını, ayrımcılık ya da
ırkçılık kavramlarının bu köyün içerisinde yer almadığını gördüm. Bir de
uluslararası alanda, hikayelerini okuduğumuz sporcularında esasen bizim gibi
olduklarını ama farklı olarak spor hayatlarını ve gelecek hayatlarını daha iyi
planladıklarını öğrenme şansım oldu ki, bu deneyimimi de şu anki hayatımda
kullanıyorum.
“Doyum
noktası” kavramı sporcular için geçerli bir kavram mıdır sizce?
Genel hakkında
yorum yapamam ama benim için doyum noktası yok. Halen kazanmak istiyorum, halen
her maça çıkarken ilk günkü gibi hazırlanıyorum, antrenmanlara ilk giren, son
çıkan olmak istiyorum. Doyum noktasına erişen bir sporcu, benim açımdan artık
kariyerini sonlandırmıştır.
Özge Kırdar
günlük hayatta nasıl biridir? Neler yapar, nelerle uğraşır?
Çok hareketli
bir yaşamım var diyebilirim. Spor haricinde gezmeye bayılıyorum. Yurtiçinde,
yurtdışında farklı yerleri görüp, tanımadığım tüm kültürlerle tanışmak
istiyorum. Kitap hayatımda çok önemli bir yer tutuyor. Özel bir kütüphanem var,
oranın okuduğum yeni kitaplarla dolması çok hoşuma gidiyor. Gezerken yazmayı
seviyorum, gördüklerimi blog sayfamda paylaşıyorum. Bunun dışında son bir
yıldır, spor özkariyerim açısından bende çok önemli bir yer tutacak olan,
özel spor tekstil markam “NineSet” üzerinde iş dünyasına dahil olma konusu ile
ilgili birçok çalışma yaptım. İş dünyasını öğrenmeye başladım. Kısacası, dolu
dolu yaşamaya çalışıyorum, aklımda keşkeler kalmasın istiyorum.
Voleybol
konusunda size sormamız gereken elbette çok fazla şey var. Ancak aynı zamanda
bir iş kadını profili de oluşturmak için girişimlerde bulunduğunuzun da
haberini almış bulunuyoruz. Bu konu hakkında neler söylersiniz?
İlk
söyleyeceğim çok heyecanlıyım. Yaklaşık 1 yıldır, güzel bir ekiple çalışmalar
yapıyoruz. Markamız “NineSet”. Dediğiniz gibi bu ay içerisinde bu marka ile iş
dünyası içerisinde yer alacağım. Yurtdışında uzun süre oynamış, farklı
deneyimleri olan bir sporcu olarak branşım olan voleybolda tekstil konusunda
ülkemizde ürün kısıtlılığı bulunduğunu gözlemliyordum. Burası bir eğlence
dünyası, sporcuya ve sporu takip edene daha fazla heyecan verecek, sporcuların
ihtiyaçlarını karşılayacak ürünlerin gerekliliğinden yola çıkarak bir marka
oluşturmaya karar verdim. Dünyaya baktığımızda kadın sporculardan örnek
verirsek Maria Sharapova, Serena Williams gibi isimler farklı sektörlerde kendi
yaratıcılıklarına bağlı ürünler ile yer alıyorlar. Ülkemizde de spor hayatımız
sonrası kariyer planlamamızı yapmalıyız, ben de bu kariyer planlamam içerisinde
böyle özel bir girişimde bulunmak istedim. Bu alanda da esasen öncü isimlerden
biri olarak yer almak istiyorum. Bu arada ürünlerimiz hakkında detaylı bilgi
için instagram hesabımız @ninesett ve websitemiz nineset.net . Şu an için 5
farklı ürün ile yola çıkıyoruz ama kısa zamanda ürün gamımız genişleyecek.
Türkiye’de
voleybola sizce yeterince değer veriliyor mu? Verilmiyorsa neler yapılabilir?
Voleybol
özellikle kadın voleybolu, ülkemizde bence konum bakımından kötü bir yerde
değil. Çalışkan bir federasyonumuz var, yıllardan beri gelen başarılar,
sponsorlarında ilgisini çekiyor. Ülkemizin büyük markaları hem lige, hem milli
takımlarımıza destek oluyor. Kulüpler bazında da, Avrupa voleybolunun en önemli
kulüpleri arasında sayılan Türk kulüpleri ve ülkemize gelen kariyerli ve
başarılı sporcular mevcut. Tabii ki yapılacak daha çok şey var, eksikler var
ama ülkemizin genel spor kültürü ile karşılaştırıldığında ben voleybolun değerini
bulmaya çalıştığını gözlemliyorum. Buna ilave olarak kendimce yapılacakların
başında ise uluslararası spor dünyasının daha çok gözlemlenmesi ve ülkemize
uygun spor politikaları ile voleybol kültürünün daha geniş kesimlere yayılması
gerektiğine inanıyorum.
Son olarak
Sporda Manşet Dergisi’ni takip ediyor musunuz? Görüş ve önerileriniz neler?
Öncelikle bu
güzel dergide bana yer ayırdığınız için çok teşekkürler. Sosyal medya
hesaplarınız başta olmak üzere sizleri takip etmeye çalışıyorum. Türkiye’de
dergi yayıncılığının ne kadar zor bir iş olduğunu bilmekteyim. Emekleriniz inşallah
istediğiniz sonuçları verir, sizleri yaptığınız içerikler ve değerli
röportajlardan dolayı tebrik ediyorum.
Yorum Yap