KOŞAN SOSYALİST: MEHMET ALİ AYBAR

 




KOŞAN SOSYALİST

            1965 yılında yapılan genel seçimlerin ardından Türkiye’de ilk kez bir sosyalist parti meclise giriyordu: Türkiye İşçi Partisi. Partinin başında ise döneminin ünlü hukukçularından Mehmet Ali Aybar bulunuyordu. Aybar, hukuk alanında gerçekten başarılı bir isimdi. Öyle ki; 1966-67 yılları arasında ABD’nin Vietnam’da işlediği insanlık suçlarını araştıran ve Russell Mahkemeleri olarak bilinen oluşumda Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Bertrand Russell gibi isimlerle birlikte yer almıştı. Politikadaki başarısını da hem partisini meclise taşımayı başararak hem de mecliste etkili bir muhalefet örneği sergileyerek göstermişti. Türkiye İşçi Partisi milletvekilleri, Aybar öncülüğünde iktidarın korkulu rüyası haline gelmişlerdi. Hatta iş, TİP milletvekili Çetin Altan’ın Adalet Partililer tarafından tekme tokat dövülmesine kadar varmıştı. Bu meclis macerası, kendisinin politika alanında önce tanınmasını, sonra da başarısını göstermesini sağlamıştı.

            Aybar’ın başarılı olduğu alanlar ise elbette bu iki alanla sınırlı değildi. Kendisi aynı zamanda sporda da iyi sayılabilecek bir kariyere sahipti. Spora Türkiye’deki her çocuk gibi o da futbol ile başlamıştı. 13-14 yaşlarındayken Galatasaray’ın küçükler takımında forma giymişti. Ancak sonraki yıllarda vücut tipinin daha uygun olmasının da etkisiyle atletizme heveslendi. Yeşilköy’deki çayır çimende koşarak idman yapar, hatta kız kardeşini de teşvik ederek kendisiyle beraber koşuya çıkmasını sağlardı. Hatta kız kardeşi Nermin’e verdiği bu destek, onun İttihat Spor Alanı’nda -şu anda Şükrü Saracoğlu Stadı’nın bulunduğu yer- düzenlenen kızlar arasındaki koşu yarışında 60 metrede birinci, 300 metrede ikinci olmasını sağlamıştı. Kız kardeşi Nermin ertesi sene bu derecelerini biraz daha yükselterek hem 60 hem de 300 metrede birinci oldu.

            Spor yapmanın bu kadar kolay olmadığı yıllardı. Nitekim İttihatspor’un görece büyük olan koşu pisti 400 metre dahi değildi ve sporcular düzenli olarak sahadaki deve dikenlerini temizlerlerdi. Hatta yalnız sporcular değil, yöneticiler de. Zaten yöneticiler sporun içinden gelen ve bu işi gönüllü olarak yapan kişilerdi. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kurucularından Ahmet Fetgeri, Adil Giray, Valsamakis David, Jafe Aslanyan gibi isimler yöneticiliğin yanı sıra hakemliği de, sahayı hazırlama işini de zaman zaman üstlenirlerdi. Para için değil sevdiği için bu işi yapan yöneticilerin sporcuları da elbette hem sporu hem de memleketi sevdiklerinden sporun içinde yer alırlardı. Böyle bir ruh içinde spor yaparlardı.

            1928 yılında Amsterdam’da düzenlenen IX. Yaz Olimpiyat Oyunları’nda Türkiye’yi temsil eden 40 sporcu ve 6 atletten biri olarak yer aldı Mehmet Ali Aybar. Bu olimpiyatlarda hem 100m hem de 4x100m’de yarıştı. 100m yarışında kendi serisinde 5. olan Mehmet Ali Aybar, 4x100m yarışında da 4. olan takımın içerisinde yer aldı. 4x100m’de ve 100m’de yarışan diğer atletler Ömer Besim Koşalay, Semih Türkdoğan ve Şinasi Şahingiray’dı. Bu yarışmalarda Türkiye’ye madalya getiremeseler de Türkiye’yi temsilen olimpiyatlarda yarışmışlardı. O dönemde yarışmalarda bulunmak bile zor ve önemli bir durumdu, örneğin 1932’de Los Angeles’ta düzenlenen X. Olimpiyat Oyunları’na Türkiye, yolun uzaklığı ve masrafların fazla olması nedeniyle katılamadı. Dolayısıyla 1928 yılında Türkiye’nin olimpiyatlarda temsil edilmesi oldukça önemli ve değerliydi.

            Atletizm kariyerinde ilginç ve güzel bir anısı da vardır Mehmet Ali Aybar’ın. 1931 yılında Atina’da düzenlenen Balkan Oyunları’na katılan Türk atletler arasında Mehmet Ali Aybar da yer alıyordu. Herkesi geçmeyi başaran Türk atletler (Mehmet Ali Aybar, Semih Türkdoğan, Enver Aziz Göknil, Hakkı Süslüay) Yunanları bir türlü geçemiyordu. Sebebi ise Yunan çıkış hakeminin vatandaşlarının erken çıkmasına göz yummasıydı. O dönemde federasyon başkanı olan Burhan Felek sporculara sürekli Yunan hakemi değiştireceğini vaat ediyor ancak değişen bir şey olmuyordu. Bunun üzerine sporcular da yarışmaya katılmama kararı alıyor. Ancak bu kararı almalarını zorlaştıran bir ayrıntı var. Başbakan İsmet İnönü, Venizelos’un davetlisi olarak müsabakaları izlemek için Atina’ya gelmiş vaziyette. Burhan Felek ile sporculara yarışmaları yönünde taleplerini iletse de nafile, yarışmayı reddediyorlar. Tabi basının oklarından paylarına düşeni de alıyorlar, neredeyse vatan haini ilan edilecek raddeye geliyorlar. Ama amaçlarına da ulaşıyorlar, Yunan çıkış hakemi değiştiriliyor. Son iki günde yarışmalara katılan Türk sporcular 200m seçmelerinde Balkan rekoru kırıp finalde ikinci oluyorlar; 4x100m bayrak yarışında ise hem birinci oluyorlar hem de rekor kırıyorlar.

            Tabi hikâye burada bitmiyor. Bu hikâyede bir sporcu ve bir başbakan olarak karşı karşıya gelen ikili, yıllar sonra mecliste iki milletvekili olarak karşı karşıya geliyorlar. Bir gün İsmet İnönü, Mehmet Ali Aybar ile konuşurken “Atina’da neden koşmadıydın?” diye soruyor. Bu soruya oldukça şaşırıyor Aybar. Çünkü İnönü’nün yıllar önce Atina’da koşmayan Mehmet Ali ile o günkü Aybar’ın aynı kişi olduğunu bilmesi, haydi bunu biri kulağına fısıldamış olsa bile aradan geçen kırk yıldan fazla süreye rağmen İnönü’nün emrine karşı gelinmesinin hesabını soruyor olması ona ilginç geliyor.

            Aybar’ın 100m’de en iyi derecesi 1930’da kaydedilen 11 saniyelik performansı olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca Aybar, artık vücudu sporu kaldırmayacak duruma gelene kadar da spordan kopmamış biridir. Atletizmi bırakıp da devletler hukuku doçentliği, avukatlık ve politikacılık yaptığı dönemlerde de bisiklete biner, yürür ve su altı balıkçılığı yapardı. Hayatını başından sonuna kadar sporla iç içe geçirmişti desek herhalde abartmış olmayız.

            Genç yaşlarında Türkiye’yi atletizmde temsil eden birinin ilerleyen yaşlarında önce hukukçu, ardından da Türk solunun önde gelen politikacılarından biri olması zaten başlı başına ilgi çekici bir hikayedir. Ayrıca, ülkemizde en yaygın sporun futbol olduğu ve buna bağlı olarak genelde futbol geçmişi olan siyasetçilere alışkın olduğumuz elbette bir gerçektir, bu nedenle de Aybar gibi farklı spor dallarından gelen politikacılar bize daha ilginç gelir. Yine bu hikâyeyi farklı kılan noktalardan biri, sık sık rastladığımız ünlü bir sporcunun spordaki tanınırlığını kullanarak politikaya atılmasının tam tersi bir durumun söz konusu olmasıdır. Nitekim Aybar, sporculuğuyla değil politikacılığıyla ön plana çıkmıştır. Bu öykü aslında koşan bir sosyalistin öyküsüdür.

Emirhan Mutlu

Hiç yorum yok