İÇİNDEN FUTBOL GEÇEN FİLMLER



Gittiğiniz ilk maçı düşünün ya da gerçek bir futbol sahası gördüğünüz ilk anı. Stadyumun merdivenlerini çıkarsınız sabırsızca ve en sonunda, size sanki sonsuzmuş gibi gelen eşsiz yeşillik gözünüzü alır. İşte o andan itibaren kalbiniz daha hızlı çarpmaya başlar ve hayırlı olsun; zehir artık damarlarınızda dolaşmaya başlamıştır. Futbolu bir oyundan çok bir hayat tarzı olarak benimsememiş insanlar bu duyguyu pek anlayamaz. Her gün belli bir miktar içmeniz gereken su olmuştur futbol. Tuttuğunuz takımın ya da semtinizin takımının maçları genellikle hafta sonları olur, ama bir bağımlı için haftanın geri kalan günlerinde de bir şekilde zihinde yer kaplaması gereklidir malum olgunun. Gazeteler arka sayfadan okunmaya başlanır, hiç tanımadığınız insanların oynadığı ve estetik olarak size herhangi bir şey vaat etmeyen halı saha maçlarını tellere yapışarak izlersiniz, tribünde duyduğunuz bir tezahüratın aslında hangi şarkıdan esinlenerek bestelendiğini araştırırsınız, dinlediğiniz başka bir şarkıyla ilgili “aslında bunu söylesek bizim tribünde takımı ateşleriz be abi” dersiniz mahalleden renktaşlarınıza. Amaç aslında günlük futbollanma kotanızı doldurmaktır.
Bazense siz bir şey yapmazsınız; sokakta  top oynayan çocukların pencereden gelen sesleri, en sevdiğiniz futbolcunun isminin akrabanızın bebeğine konduğu haberi, izlediğiniz filmdeki bir karakterin televizyonda maç izlemesi ya da çocuklarına gittiği o ilk maçı anlattığı sahne.. Gününüzü güzelliştermek için yeter. Hiç ummadık anlarda karşınıza çıkar futbol ve sizin nefesiniz o eşsiz yeşilliği gördüğünüz ilk anda ve devamındaki her seferde olduğu gibi yine kesilir. Böyle anlarda ben hep çok heyecanlanırım, hazırlıksız yakalanmışımdır çünkü. Ama bu anları da çok zor unuturum. İçinden futbol geçen filmler de öyledir benim için. Lanet Takım, Goal serisi, Zafere Kaçış, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar ya da Yeşil Sokak Holiganları gibi filmlerde futbol zaten merkezdedir, tabiri caizse futbol temalıdır ki izlemeyi de çok severim bu tür filmleri. Ama bu yazıda anlatmaya çalışacağım filmler futbol merkezli değil, bir ya da birkaç sahnede futbol geçiyor ve yine bizler hazırlıksız yakalanıyoruz.

LOS LUNES AL SOL – GÜNEŞLİ PAZARTESİLER (Fernando Leon Aranoa, 2002)

Çalıştıkları tersane kapatılınca işsiz kalan, ülkelerinin içinde bulunduğu sıkıntılı ekonomik koşulların da sebebiyle artık kolay kolay iş bulamayacak olan bir arkadaş grubunun hikayesi Güneşli Pazartesiler. Javier Bardem ve Luis Tosar gibi iki müthiş aktörü barındıran oyuncu kadrosu karakterlerin psikolojilerini yansıtmada öyle başarılı ki kendinizi bir an işsiz bir İspanyol hissedebilirsiniz filmi izlerken. Hele, bir inşaatın en üst katına çıkıp Pontevedra – Celta Vigo maçını izlemeye çalıştıkları bir sahne var ki, sahanın tamamını görebilmelerini engelleyen stadyum çatısı hayatlarında sürekli önlerine çıkan bir engeli temsil ediyor desem yeridir.

EL SECRETO DE SUS OJOS – GÖZLERİNDEKİ SIR (Juan Jose Campanella, 2009)

Bir adam herşeyini değiştirebilir.. Yüzünü, evini, ailesini, sevgilisini, inancını, tanrısını. Ama değiştiremeyeceği tek bir şey vardır. Tutkusu.” Film bu sahneden sonra, sinemada görebileceğiniz en etkileyici futbol sahnesine geçer. Benjamin(Ricardo Darin) aradığı adamı bulmak için onun değiştiremeyeceği tek şeyi, tutkusunun peşine düşer. Tuttuğu takım olan Racing’in Huracan ile oynadığı maça gider. Çünkü bir suçlu yine ve hala tutkularının peşindedir.

WHEN FATHER WAS AWAY ON BUSINESS – BABAM İŞ GEZİSİNDE (Emir Kusturica, 1985)

Emir Kusturica’nın her filminde kendimizden bir şeyler bulabilmemiz sürpriz değil ama bu film ayrı bir yerde. Sovyetler ve Yugoslavya, Komünist Parti, Bosna topraklarında Müslüman bir aile ve babasının aslında ne işler çevirdiğini hiç de anlamayan küçük bir çocuk. Filmin son dakikalarına tekabül eden bir sahnede, yemeğe davet edilenler bir radyonun başında futbol maçını dinlemektedir. O futbol maçı çok önemlidir, çünkü 1952 Olimpiyat Oyunları kapsamında Yugoslavya, Sovyetler ile mücadele etmektedir. Yugoslavya maçı 3-1 kazanır ve belki de bu galibiyet Tito’nun Stalin’e karşı almış olduğu bir galibiyettir.

TRAMVAY (Olgun Arun, 2006)

Fırat Taniş, Halit Ergenç, Gökhan Özoğuz gibi isimlerin oynadığı bu Türk filmini duymamış olmanız normal aslında. Ben de televizyonda zap yaparken görmüştüm. Hepsi toplumun farklı kesimlerinden bir tramvay dolusu insan ve Taksim’in göbeğinde öylece duran bu tramvay. Neden hareket halinde değil diye soracak olursanız; çok önemli bir maçı kazanan milli takımımız halkı sokaklara dökmüştür de ondan.


Batuhan Tuna

Hiç yorum yok